04 Kasım 2024

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

Sevgili İçeridekiler,

Sizin neden içeride, bizim neden dışarıda olduğumuzu bilmiyorum. Ancak dışarısı da baskı, şiddet, hukuksuzluk yüzünden bir açık hava cezaevini andırdığından “içerisi” ile “dışarısı” arasındaki fark oldukça azalmış durumda.

Sizin yerinize, Gezi’ye katılan milyonlarca kişiden başka birkaç kişi cezaevinde olabilirdi. Gezi direnişi hükümeti devirmek için yapılmış bir eylem(!) olduğuna göre bu suçu işleyen milyonlarca kişi var. Zaten amaç Gezi direnişini kriminalize etmekti. Ancak bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz.

Bu nedenle içeridekilerle dışarıdakiler arasında özel bir bağ var. Bu bağ size karşı sadece borçluluk duygusu oluşturmuyor. Aynı zamanda büyük bir dayanışma duygusu doğuruyor. Size karşı yapılan adaletsizlikler, dışarıdakilere karşı yapılmış oluyor. Buna karşı büyük bir öfkeyi, büyük bir isyanı iliklerimizde hissediyoruz. Bu öfkenin neden daha büyük bir toplumsal öfkeye dönüşmediğini anlamakta güçlük çekiyoruz.

Acaba size yapılan inanılmaz boyuttaki haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik topluma anlatılabildi mi? Öfkenin toplumsallaştırılamamasında bizim de payımız var mı?

Oysa Gezicilerden birinin iddianamesini ya da yargı kararını okumak adaletsizliğin boyutlarını anlamak için yeterli. Bunun için hukukçu olmak bile gerekmez. Örneğin, cezaevinde yedinci yılını tamamlayan Osman Kavala ile ilgili Yargıtay kararını okursak, hükümeti devirmeye çalıştığı bazı eylemlerin şunlar olduğunu görüyoruz: Gezi olayları sırasında yüz tane sandviç hazırlatıyor, ses sistemi kuruyor. Açılır kapanır masalar getirtiyor. Polisin gaz sıkması karşısında savunma olarak gaz maskesine gereksinim olduğunu söylüyor. Ama gaz maskesi alınamıyor. Yargıtay kararına göre bütün olayların arkasında Osman Kavala var ama “kendisini deşifre etmemek için hiçbir resmi işlemde bulunmadığı, cebir ve şiddet eylemlerinin gerçekleştirdiği yerlere bilinçli gitmediği” belirtiliyor. Osman Kavala hayalet adam. Her şeyi organize ediyor ama hiç gözükmüyor. Bununla ilgili bir kanıt var mı? Yok. Ayrıca Yargıtay kararında Osman’ın cebir ve şiddet olaylarına karışmadığı kabul ediliyor. Oysa hükümeti devirmek suçunun oluşması için cebir ve şiddet unsuru aranıyor. Bu örnekleri çoğaltmak olanağı var.

AİHM, bu eylemlerin suç işlendiği konusunda makul bir kuşku bile yaratmadığı sonucuna vardı. Kararlarına uyulması zorunlu olan bir uluslararası mahkemenin, suç işlendiği konusunda makul bir kuşku uyandırmadığını söylediği olaylar nedeniyle Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmasındaki garabeti halka anlatmadık. Gezi Davaları ile ilgili bir kamuoyu oluşturamadık. Bunun sorumlusu biziz.

Buna karşılık Hükümet, yargı kararlarının pek inandırıcı olmadığını gördüğü için olsa gerek, Osman Kavala’yı kötüleyen, olumsuz bir propaganda filmi yaptı. Masumluk karinesini, kişilik haklarını ihlal eden böyle bir filmin yapılması görülmemiş bir şey.

Geçenlerde Nazım Hikmet’in yargılandığı davaların iddianameler geçti elime.

1938 yılındaki Harp Okulu Davası’nda Nazım askeri isyana teşvik ve tahrik suçundan askeri mahkemelerde yargılanmaktadır. Savcı’nın iddianamesi Nazım’ın isyan ve ihtilal kokan kitaplarından söz eder. Oysa bu kitaplar kitapçılarda satılmaktadır. Başka bir delil de Nazım’ın evine gelen, Nazım’ın tanımadığı genç bir Harp Okulu öğrencisine Nazım’ın “direktif” vermiş olduğu. Ömer Deniz adlı bu öğrenci ilk duruşmada ifadesinin baskı altında alındığını belirterek “bana komünizmi telkin et falan demedi Nazım Hikmet” diyorsa da ilk ifadesi esas alınıyor ve bu delillerle Nazım 15 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Karar temyizde bozuluyor.

Ama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde komünizm propagandasıyla ilgili yargılaması sürmektedir. Donanma davası diye adı geçen bu davada Yavuz gemisindeki Hamdi Alevdaş adlı bir başgedikli 4 yıl önce bir dost evinde Nazım Hikmet’le tanıştığını, Nazım’ın ondan gemide erlere gelen mektupları okuyup acıklı mektupların kopyasını almasını, ailesi yoksul olanları saptamasını istediğini söyler. Nazım ise sorgusunda Hamdi Alevdaş’ı tanımadığını belirtir. Duruşmada Alevdaş Nazım Hikmet’in yüzüne karşı söylediklerinin uydurma olduğunu ifade eder. Zaten Nazım Hikmet’in bu kişiden bazı istemlerde bulunduğuna ilişkin ne bir kanıt ne de bir tanık vardır. Buna rağmen Nazım 30 yıl ağır hapis cezasına mahkûm olur.

Mahkeme heyetini Nazım “Dokuzuncu Yıldönümü” şiirinde şöyle tanımlar:

“Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün

Yalnız çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan

Halbuki kaç kere karşısında oturup dizildik

Bir tek kaygıları vardı hakkımda hüküm okunurken

Heybetli olmak.

Değildiler.

İnsandan çok eşyaya benziyorlardı:

Duvar saatleri gibi ahmak,

Kibirli

Ve kelepçe, zincir filan gibi hazin ve rezildiler.”

Aradan 86 yıl geçmiş. Bu süre içinde pek de bir şeyin değişmediğini, bugün de insanların siyasal nedenlerle, işlemedikleri suçlardan, kanıt olmadan özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını görmek umutsuzluk veriyor. Bu devlet iktidarların istediği kararları veren yargıçlar, savcılar bulmakta hiçbir zaman güçlük çekmemiş.

Gezi davaları, hukuk bir yana, sanki kötülük yapmak için verilmiş kararlar. Bunlara en iyi yanıtı Vera ve Ege’nin babalarına yazdıkları saflık ve temizlik dolu mektuplar veriyor. Bu mektupların, okuyanların vicdanlarına da dokunacağına inanıyorum.

Osman Kavala cezaevinde geçirdiği yedinci yıl dolayısıyla yayınladığı mesajda “Ancak, bana asıl teselli verecek olan, ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak” diyor.

Elbette ki güzel günler gelecek sevgili içeridekiler, hem de çok yakında.

Hepinizi sevgiyle kucaklarım.


Bu yazı, ilk olarak BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Barış çağrısı ve Kürt sorunu

Her şeyin başında, bir güven ortamının yaratılmasına gereksinim var. Karşınızda oturan kişinin düşmanınız değil, farklı görüşlere sahip müzakere ortağınız olduğu anlayışının görüşmelere egemen olması gerekli

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

"
"